BİR DE ÖZGECAN’DA BÖYLE OLDUK!
Yanlış düşünmeye devam ediyoruz.
Yanlış yargılamaya devam ediyoruz.
Yanlış yönlendirmeye devam ediyoruz.
Yine çözüm üreten yok…
Bu yazıyı okuyanlar benim çocuk tecavüzcülerini ve katillerini savunduğumu düşünmesinler sakın. Değil çocuklar, toplumsal olarak hiçbir bireyin hiçbir şeye zorlanamayacağının arkasında duranlardanım.
Amacım kaş yaparken göz çıkarmayalım. Çünkü toplumsal feveranlarımız bu yöne doğru kaymaya başladı maalesef.
Bugün gazete haberlerinde Hindistan’da çocuk hırsızlarının linç edildikleri haberleri ile güne başladım. Eyvah dedim. Eyvah ki ne eyvah!
Nenen tam da şimdi basına bu haberler servis edilmeye başlandı? Bakın halkın kendi kendine cezalandırma mekanizmalarını işletmesi demek o ülkede adaletin yoksunluğunu gösterir ki bu toplumlar için son derece tehlikelidir. Örneğin hapishanelerde bazı mahkumların diğer mahkumlarca infaz edilmesini alkışlamak nereden bakarsanız ülkedeki adaletin yetersizliğini ve vatandaşların bu adalet sistemine güvenmediklerinin göstergesidir. Düşünsenize hakimlerimize değil bir başka suçlu olan mahkumlara bel bağlıyoruz. Sizce bu normal mi? Bu durumun sosyolojik olarak bir seviye üstü maalesef toplumsal çözülme ve iç karışıklıktır. Bu nettir. Aman dikkat!
Öyle ise ne yapmak gerekiyor?
Tabi ki adalet sisteminin iyileştirilmesi için çaba sarf etmek gerekiyor.
Şimdi öncelikle toplumda çığlıklarla istenilmeye başlayan adalet sistemine girmesini istediğimiz ‘idam’ söylemlerine bakalım mı hep beraber?
Dünya istatistiklerinde gözümüze çarpanlar;
o İdam cezası olan ülkelerde suç işleme oranlarının daha yüksek olduğunu, yani idamın bir caydırıcılığının olmadığını,
o İdam edilenlerin çok büyük çoğunluğunun kendilerine avukat tutamayan fakir insanlar olduklarını. Suçlu oldukları halde iyi avukatlarla beraat edenlerin olduğunu,
o İdam cezası uygulandıktan sonra suçsuz olduğu kanıtlananların oranının yüksek olduğunu… biliyor musunuz?
Adalet’in, adil yargılanmanın yanında adil savunmaya bağlı olduğunu, sağlam delillere dayanması gerektiğini unutmayalım. Tarihte hükümetlerin özellikle bu tür toplumsal hassasiyete sahip konularda bir GÜNAH KEÇİSİ yaratarak olayın çözüldüğünü göstermeleri ile toplumsal ayaklanmaları önlediklerini de göz önünde bulundurursak kişiler üzerinde yoğunlaşmadan, şuç ve ceza üzerinde yoğunlaşılması gerektiğini söylüyorum. Hatta cezaların caydırıcı olmasından daha öte eğitim sistemini potansiyel suçların önlenmesine yönelik oluşturmak gerektiğini savunanlardanım.
Potansiyel suçlar yani olabilme ihtimali yüksek orandaki suçlardan kastım nedir?
Tam olarak cinsel suçları kastediyorum.
Size kötü bir haberim var.
Bu suçlu modelini toplumsal olarak biz tetikliyoruz.
Şaşırdınız mı?
Şaşırmayın.
Daha dün bir arkadaşımın telefonunda kayıtlı birisinin w.app durumuna erkek bebeğinin çıplak fotoğrafını paylaştığını gördüm. Sormak isterdim “kızının fotoğrafını paylaşır mısın?”
İki gün önce bir tanıdığımın pencereden bakarken kısa şort giymiş bir kadına benim yanımda hallendiğine şahit oldum. Sordum “hayırdır?” diye. Cevap daha korkunçtu. “Şort giymenin de bir adabı var poposunu göstermeyecek.”
Adap dedim kime göre?...
Bir başkasına göre de dizin üzerinde giymek adapsızlık.
Bu iki örnekten de anlaşılacağı gibi etin ne kadarının göründüğü, vücudun neresinin açıkta kaldığı ile ilgili bir durum yok. Bu tamamen hastalıklı erkek zihniyetinin kadına bakış açısıyla alakalı bir durum. Namusu ve cinselliği kadına yüklediğiniz ve kadın erkek ilişkisini çük ve kuku ya bağladığınız sürece kız ve erkek çocuklarımız ve kadınlarımız bu taciz ve tecavüzlere maruz kalmaya mahkumlardır. Potansiyel suçluları biz büyütüyoruz. Oğlunun çıplak fotoğrafını paylaşanlar da, kadına kısa giydiği için hallenenler de, çocuklara tecavüz edenler de aynı hastalıklı beyinlere sahipler sevgili arkadaşlar.
Hiç sordunuz mu kendinize bir “kadın yolda yürürken dar kıyafetler giymiş bir erkek gördüğünde neden laf atmaz, ağızının suyu akarak adamları taciz derecesinde bakmaz?” Şimdi diyeceksiniz ki erkek nefsi ile kadın nefsi farklıdır. Ben de kocaman bir kahkaha atacağım. Size böyle öğretildi değil mi? Siz de gerçekten durum böyle mi diye hiç araştırma gereği duymadınız.
Durum şu; cinsellik neslin devamı için tanrının bize bahşetmiş olduğu, birbirine uygun iki karşı cins arasında her iki tarafın da isteyerek gerçekleştirdiği üreme etkinliğidir.
Bu açıklamadan çıkartılacaklar:
1.Cinsellik her iki cinsin de istediği ve hissettiği bir olgudur.
2.Her iki tarafın da “istemesi” “arzuları” söz konusudur. Zaten iki taraf da istemezse üreme sistemi mantıksal olarak çöker.
3.Cinsellik üremeye bağlı ise, üreme yaşına gelmemiş bireylerin cinsel etkilenimi yoktur demektir. İlk cinsel arzularmızı ergenlik döneminde hissettik. Neden? Çünkü bu yöndeki hormonlarımız o zaman salınmaya başladı.
4.Birbirine uygundan kastımız da denk, yaşıt, reşit, cinsel arzuları olgunlaşmış… gibi kavramları kastediyoruz.
Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere cinsellik sağlıklı ve ergin iki birey arasında karşılıklı isteyerek olur. Bunun haricinde yapılan birleşmeler sapkındır, sağlıksızdır. Sorun da cinselliği algılamaktan başlar.
Şimdi artık kadın istemez, erkek ister kadın verir kavramını lütfen sözlüklerimizden çıkartalım. Erkek çocuklarımızı bu zihniyetle büyütmeyelim.
Sünnet düğünlerini şaşalı bir şekilde yapıp erkek çocuklarımızı cinsel organıyla “küçük dağları ben yarattım” narsistliğine sürüklemeyelim.
Bebekken çıplak fotoğraflarını paylaşıp bununla böbürlenmeyelim ki erkek çocuk da erkek olduğu için egolarıyla büyümesin.
Erkek çocuklarımız kız arkadaş edindiklerinde “oğlum erkek oldu” demeyelim oğlunuz zaten erkekti biyolojik olarak. Erkekliğin sünnete ya da bir kadını konunla takmaya bağlı bir durumdur algısıyla büyütmeyelim onları. Bunu yaparken onların gözünün önünde kız çocuğumuz erkek arkadaş edindiğinde “orospu mu olacan sen” demeyelim mesela. Çünkü erkek çocuk zihninde kadın o zaman sadece cinsel obje olarak algılanmaya başlıyor ve yıllar içerisinde sapkınlığa kadar gidebilen bir hal alabiliyor.
KADININ CİNSEL OBJE OLMADIĞI, TANRISAL YARATMA GÜCÜNÜ DOĞURGANLIĞIYLA BU DÜNYADA TEMSİL EDEN BİR İNSAN OLDUĞU, BAKIŞ AÇISINDA BÜYÜTELİM Kİ, KIZ ÇOCUKLARIMIZI KORUYABİLELİM.
Çok takdir ettiğim Dr. Haydar Dümen yıllarca bu konuda bireysel olarak savaş verdi. Toplumdaki gençleri eğitmek için taşın altına elini koyanlardan. Yıllarca dedi ki; bakın cinsellik bir sebep sonuç, amaç değildir. Cinsellik bir paylaşımdır. Cinsellik sadece cinsel organların birbirinin içine girmesi değildir. Cinsellik birbirine uygun iki çift arasında iki taraf isterse yapılan bir etkinliktir….. anlattı da anlattı…. Güldük kendisine, dalga geçenler hala var. Muhtemelen kendi yüzüne de bu çirkin alaycı tavırlar yansımıştır. Yılmadı. Buradan teşekkür etmek lazım kendisine.
Sonuç:
Her suç işlendiğinde bu kişileri idam mı edeceğiz?
Kızlarımızın canı yandıkça mı müdahale edeceğiz?
Bu vakaların önüne nasıl geçebiliriz?
Yakalanmayan yakalanana kadar bu vahşeti yapmaya devam eder mi?
Dışarıda böyle hastalıklı kaç kişi var biliyor muyuz?
Sadece kızlarımız mı muzdarip bu durumdan?
Lütfen bu soruları düşünün…
Bir kere şu çok nettir ki; problem bu caniliği yapanların cinsel organlarında değil. Beyin işleyiş mekanizmalarında ve cinsiyetlere bakış algılarında.
Bu dallı budaklı, dolaşık bir durumdur ve eş zamanlı olarak uygulanması gereken çoklu çözüm yolları hayata geçirilmelidir. Daha da geliştirilebileceğini düşünerek en temelinden birkaç çözüm önerisi sunmak gerekirse;
ü Uzun vadede bunun çözümü çocuklarımızı doğru yetiştirmekten geçer. İnsana saygılı bireyler yetiştirmekten geçer. Kadın ve erkeği cinsiyet olarak büyütmek hatalı bir tutumdur. Doğrusunu anlatan binlerce uzmanımız bulunmaktadır.
ü Okullarda çocuklarımıza anasınıflarından itibaren insanlık, cinsiyet rolleri ve değerlerini doğru öğretmeliyiz.
ü Okul eğitimlerine aileleri de mutlaka dahil etmeliyiz.
ü Ebevenlik ve aile eğitimlerini evlenmeden önce zorunlu hale getirmeliyiz.
ü Halihazırda suç işleyenler için Topluma sağlıklı bir şekilde kazandırılmaları gerekmektedir. Tıp doktorları, psikologlar, sosyologlardan oluşan tedavi ve rehabilitasyon grupları ile “ömür boyu hapis cezası ile birlikte” tedavi edilmelidirler. Kimyasal hadım ya da idam bir çözüm değildir. Çünkü kimyasal hadım edersiniz arkasından yapacaklarını başka cisimler ile yapar bu hasta kişiler. Çünkü sorun beyninde. Ayrıca günah keçisi de olabilir bu kişiler. Yıllar sonra suçsuzlukları ortaya çıkarsa yaşayacağınız vijdan azabını düşünün. Bu bireylerin ıslah edilmeleri gerekmektedir.
ü Bu toplumsal vakaların sadece iki üç gibi münferit rakamlar olmadığını biliyoruz. Dışarıda habersiz olduklarımız için her bir vatandaşa yıllık zorunlu sağlık kontrolleri konularak bu kişiler tespit edilebilir. Bu genel sağlık kontrollerinde bireyler hem diğer rahatsızlıklarından haberdar olur mesela kanser gibi hastalıklar önceden tespit edilebilir hem de bu tür psikolojik hastalığa sahip bireyler tespit edilerek rehabilitasyon sistemine alınıp olayların önüne geçilmiş olur.
Medeni toplum olmak bunu gerektirir. Çağdaş muasır medeniyetlerin üzerinde olmak bunu gerektirir. Böyle bir çözüm bularak dünyaya da örnek olacağımızı da bir kenara not edelim.
Fatma BEREKET
Sosyolog